Erdoğan’ın Bilim Kurulu tarafından önerilen genel tecridi yürürlüğe sokmamasının en büyük belki de tek sebebi ekonomi. Veriler de yanlış politikaların Türkiye ekonomisini ne kadar kırılgan hale getirdiğini ortaya koyuyor.
“Bu geceden itibaren zorunlu haller dışında sokağa çıkma yasağı (genel tecrit) ilan ediyoruz”
Birçok kişi cuma akşamı 22’de koronavirüs tedbirlerini açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bu sözleri duymayı bekledi. Ancak böyle bir karar çıkmadı. Erdoğan’dan 2,5 saat önce Bilim Kurulu toplantısı ardından açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da aslında bir tür sokağa çıkma yasağı ya da “Genel tecrit” önerisini şu sözlerle paylaşmıştı: “Sosyal hareketlilik en alt düzeye inmelidir. Sosyal hayat buna göre düzenlenmelidir. En önemli konu sokakta geçirilecek zaman kısıt getirilmesi konusudur.” Genel tecrit konusunda Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu’nun Erdoğan’ı ikna edemediği 24 Mart’ta da ( https://yetkinreport.com/2020/03/24/korona-kriz-hakkinda-soylenmeyenler-bilmediklerimiz/ ) gündeme gelmişti.
TÜRKİYE VİRÜS KRİZİNE TERS AYAKTA YAKALANDI
Peki dünyada birçok ülke genel tecrit ilan ederken Erdoğan, bu konuda neden ikna olmuyor. Aslında cevabı çok basit; Ekonomi. Genel tecridin ekonomiye zarar vermesi Türkiye’ye özgü değil. Tüm dünya ülkeleri korona virüs önlemleri dolayısıyla büyük ekonomik zarara uğruyor. Türkiye’nin diğer ülkelerden ayrıldığı nokta ise korona virüs krizine tam anlamıyla ters ayakta yakalanmış olması. Daha virüsün etkileri görülmeye başlamadan bile Türkiye’deki birçok ekonomik gösterge oldukça kötü durumdaydı. Son birkaç ay yaşanan kısmi toparlanma da kredi büyümesine dayanan temeli zayıf bir düzelmeydi. Erdoğan, bu sebeple kendisine gelen tüm genel tecrit taleplerini elinden geldiğinde reddedecek. Şimdi Türkiye’de daha kararlı korona virüs önlemi alınmasına engel olan ekonomik göstergelere grafiklerle bakalım.
İŞSİZLİK

İlk ve en önemli konu işsizlik. Türkiye’de işsizlik oranı 2009 krizine yakın seviyelerde. Üstelik resmi rakamlar, son bir yılda açıklanamayan şekilde iş aramayı bıraktığı iddia edilen yüzbinlerce kişi işsiz sayılmadan olarak hesaplamıyor. Türkiye’de istihdamın yüzde 57’sini hizmetler sektörü sağlıyor. Olası bir genel tecridin en fazla bu sektörü etkileyeceği
düşünüldüğünde kitlesel bir işsizlik krizi ile karşı karşıya kalınabilir.
Türkiye’de veriler geriden geliyor ama bir fikir vermesi açısından ABD rakamlarına bakalım. 20 Mart’ta biten haftada ABD’de işsizlik maaşı almak için başvuranlarının sayısı 282 binden 3,3 milyon ile rekor seviyeye yükseldi. Daha önce en fazla haftalık başvuru 695 bin ile 1982’de görülmüştü. Bu da koronavirüsün emek piyasasını ne kadar hızlı ve sert bir şekilde
vurduğunu net bir biçimde gösteriyor.
ÖDENMEYEN KREDİLER

Aslında korona virüs öncesinde işsizlik sorununun da en büyük sebebi Türkiye’deki şirket bilançosu kriziydi. Grafikte de görüldüğü gibi bankalardaki ödenmeyen krediler 2009 krizi seviyesinde. KOBİ’ler tarafına baktığımızda batık kredi oranı yüzde 10’un üzerine çıkıyor. Üstelik bu rakamlar, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun bilanço kurallarını esnetmesi sayesinde olduğundan daha düşük görünüyor. Söz konusu rakamlar önemli çünkü, borca batık şirket yeni yatırım yapamıyor, bankalar yeniden yapılandırmalarla uğraştığından başka şirketlere kredi vermiyor. Yeni yatırım olmayınca üretim ve istihdam düşüyor ya da yeteri kadar artmıyor. İşin zor tarafı ekonomi yönetiminin elinde bu borç krizini çözecek bir plan olmaması. Üstelik bu borçların önemli bir bölümünün döviz cinsi olması, olası bir çözüm için dış kaynak gerektiriyor ki Türkiye’nin mevcut koşullarda böyle bir dış kaynağa en azından uygun maliyetle erişimi yok.
ENFLASYON

Evet, enflasyon 2018’in sonundaki seviyelerinden geriledi. Ancak düştüğü yer dahi çok yüksek. Yüzde 12’lik yıllık enflasyon dünyanın çok az ülkesinde görülüyor. Birçok gelişmiş ülke yıllık enflasyonunu yüzde 2’ye yükseltmeye çalışıyor. Enflasyonun yüksek olmasının aslında doğrudan koronavirüs önlemleriyle ilgisi yok. Ancak alınacak önlemlerin maliyetinin Merkez Bankası tarafından para yaratılarak karşılanması imkanını daraltıyor. Dünyada birçok Merkez Bankası faizleri düşürmenin yanında piyasalara trilyonlarca dolarlık likidite sağladı. Aslında benzer bir öneri TEPAV ekonomistleri tarafından Türkiye için de önerildi (https://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/10098). Bir noktada bu yönteme başvurulacaktır. Ancak gözler bir taraftan her zaman enflasyonda kalmaya devam edecek. Bu da Merkez Bankası tarafından alınacak önlemlerin kapsamını daraltacak.
KAMU MALİYESİ

Ekonomiyle ilgilenenler yıllarca Türkiye’nin en güçlü alanlarından birisi güçlü kamu maliyesidir sözünü duydu. 2015’e kadar büyük ölçüde doğruydu bu ifade. Ancak sonrasında Türkiye’nin bütçesinde çok hızlı bir bozulma yaşandı. Hükümet tek seferlik gelirler (imar affı, bedelli askerlik) ya da Merkez Bankası kaynaklarını (ihtiyat akçesi) kullanarak bu bozulmanın
etkilerini azaltmayı kısmen de olsa başardı. Ancak bu yöntemin sınırları var.
Yukarıdaki grafik söz konusu etkileri dışarıda bırakarak hesaplanıyor. Buna göre sadece 4 yılda faiz dışı denge 8,5 milyar lira fazladan 128 milyar lira açığa döndü. Bu da Gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 3’ü kadar bir faiz dışı anlamına geliyor ki yakın tarihte daha önce böyle bir açık görülmemişti. Kamu maliyesinin daha önce büyük ölçüde yanlış politikalarla bu ölçüde bozulmuş olması, hükümetin bundan sonra alabileceği önlemler konusunda da elini güçleştiriyor. Örneğin yasaklar yüzünden çalışamayanlara İngiltere’de olduğu gibi gelir desteği sağlanmaması (siyasi tercihlerin yanında) büyük ölçüde bu tablodan kaynaklanıyor.
TÜKETİCİ GÜVENİ

Üstte yer alan tüm göstergeler, Türkiye ekonomisinde yaşanan sıkıntıları kısmen de olsa gösteriyor. En önemli verilerden bir tanesi ise vatandaşların ekonomik gidişat hakkında ne düşündüğü. TÜİK her ay tüketici güven endeksi ile vatandaşların algısını ölçüyor. Tabloda da görüldüğü gibi 2018’de dip yapan tüketici güveni bir daha hiç toparlanamadı. Hükümet ve hükümete yakın çevreler tarafından şimdiye kadar yapılan ‘krizde en kötüsü geride kaldı, şahlanıyoruz, bizi kıskanıyorlar’ yorumları/propagandalarının sokakta karşılığının olmadığı resmi verilerde kendini gösteriyor.
BAŞKA SORUNLAR DA VAR
Bunlar dışında, Türkiye’nin yıllık 170 milyar dolarlık dış borç çevirme ihtiyacı, buna karşılık ülkeden sermaye çıkışının devam etmesi (bu yıl şimdiye kadar 5,9 milyar dolarlık sermaye çıkışı yaşandı) vatandaşlar ve şirketlerin birikimlerini dövize çevirmesi (yurtiçi yerleşiklerin bankalardaki döviz mevduatları 198,3 milyar dolar seviyesinde) Merkez Bankası’nın rezervinin neredeyse tüketilmesi (swaplar çıkarıldığında net rezervler sıfıra yaklaşıyor) Türkiye risk priminin artması (CDS primleri 600 baz puana dayandı) ve tüm bunlar olurken ekonomi yönetimindeki kurumsal kapasitenin yok edilmesi kırılganlığı artırıyor. Tüm bunlardan dolayı, Erdoğan, genel tecrit uygulamayı elinden geldiğinden engelleyecek gibi duruyor. Bu süreçte Türkiye’deki vaka ve can kaybı sayısı da hızla artmaya devam ediyor.