Yetmişli ve seksenli yıllarda Dinamo Kiev’e 21. yüzyılın futbolunu oynattı. İki kez Kupa Galipleri Kupası’nı, 1 kez de Süper Kupa’yı elde etti. Ama en önemli başarısı ekol yaratan ve çığır açan bir teknik adam olması, futbola analitik düşünce ve matematiği sokmasıydı. Onun adı Valeri Lobanovski, Sovyet futbolunun babası.
KAAN KAVUŞAN
Şüphesiz 60’lı yılların son yarısı ve 70 yıllar, dünya futbolu için ‘modern futbol’un temellerinin atıldığı dönemdi. Total Futbol’un son hâlini almasıyla beraber metaforik olarak ‘herkesin her yerde oynaması’ ve dinamizm, evrensel futbol değerleri haline geldi. Bu ekolün tam karşısında defansif Catenaccio vardı. Bu iki anlayış uzun yıllar boyunca devrimci ve karşı devrimci cepheyi temsil ettiler…
Fakat bu iki ana akıma, yıllar boyu takip edilebilecek üçüncü bir alternatifi eklemek Sovyet Futbolu’nun ‘tanrı-antrenörü’ Valery Lobanovski sayesinde mümkün oldu. Bilim takıntısı ve zamanını aşan sıra dışı öngörüsüyle, fantastik-bilimkurgu romanından fırlama bu sıfatı hak edecek yegâne futbol adamı odur herhâlde.
Lobanovski’nin bilgisayarı hem taktik hem teknik anlamda futbolun içine sokup, matematiksel şablonları taktiğine işlediği Dinamo Kiev’i dünyaya bambaşka bir alternatif sundu. “2010 yılının futbolunu oynuyor” denilen takım, o kadar ‘füturistik’ görünüyordu ki, 1986’da Atletico Madrid’i 3-0 yenip Kupa Galipleri Kupası’nı aldıkları sene İspanyol El Pais Gazetesi “Gelecekten gelen bir takıma yenildik” diye başlık atmıştı. Lobanovski ise Sovyetler Birliği ile katıldığı 1988 Avrupa Kupası öncesinde “Takımı 21. yüzyılın futboluna hazırlıyoruz” demişti.
BİLİMSEL SOSYALİST FUTBOL
Sovyetler’de futbolun amatör kabul edildiği yıllarda yetenekli ve süratli bir sol açık olarak nam salmış, doğrudan kornerden attığı goller ve falsolu şutlarıyla efsane olmuştu. Uzun süre şampiyonluk bekleyen Dinamo Kiev onunla beraber amacına ulaşmıştı. Daha 22 yaşındaydı; yakın arkadaşları şampiyonluğu kutlarken o ve iki takım arkadaşı Oleg Bazilyeviç ve Vladimir Levçenko ile birlikte İnşaat Endüstrisi Bilim ve Geliştirme Tesisleri’ni gezmekle meşguldü. Öyle mükemmeliyetçiydi ki şampiyonluk onu mutlu etmemişti. Kendine tebrik için uzanan bir ele; “Tebrik edecek ne var? Bazı maçları çok kötü oynayarak kazandık. Bizden de kötü oynayan takımlardan daha fazla puan aldık diye övgülerinizi kabul edemem” deyivermişti Kievli bilim adamı Sabaldyr’ın anılarında anlattığı üzere.
LOBANOVSKİ, MASLOV’A KARŞI
7 yıl boyunca birçok teknik adamla çalıştıktan sonra Maslov’la karşı karşıya geldi. The Guardian yazarı Jonathan Wilson’un ‘modern futbolun babalarından biri’ olarak nitelediği Maslov hem 4-4-2’nin hem de hücum presin mucidi olarak anılıyordu. Yıldızları barışmadı bir türlü. Kimilerine göre Maslov, Lobanovski’yi bir maçtan sonra viski içerken yakalamıştı, kimilerine göreyse Maslov ondan şike yapmasını istemiş, Lobanovski bunu kabul etmemişti. İki iddia da asla doğrulanmadı. Sürecin sonunda, aynı sene içinde Lobanovski takımdan ayrıldı, üç sene daha futbol oynayarak kariyerini daha 29 yaşındayken tamamladı.
Lobanovski, “Onunla ilişkilerimiz pekiyi gitmedi ama bana önemli şeyler öğretti” diyor Maslov için. “Oyuncularına nasıl oynamaları gerektiğini iyi öğreten büyük bir taktisyendi.” Onun Maslov’la asıl ayrı düştüğü yerse, kendi felsefesinin tamamen metodolojik Maslov’unkinin içgüdüsel olmasıydı. Lobanovski verilere inanıyordu. Ona göre, doğru şeyleri yaparsa takımı orta ve uzun vadede kazanmalıydı. Kiev Politeknik Enstitüsü’nde eğitim almış, madalya sahibi bir matematikçi olarak; analitik, bireylere bağlı olmayan bir sistemin peşinde koşmaya başladı bu yoldan hareketle.
HESAP, KİTAP, MATEMATİK…
Futbolu bıraktıktan hemen bir sene sonra Dnipro’nun başına geçti, 3 sezonun ardından Sovyet 1. Ligi’ne çıktılar, dördüncü sezonunda altıncı oldular. 1972’de bir partide rastladığı istatistikçi Profesör Anatoli Zelentsov’la tanışması felsefesini bir üst noktaya taşıdı. Ayrılmaz bir ikili oldular; bilgisayar kullanımını futbola soktular. Hem maç verilerinden taktik hem de oyuncu verilerinden analiz yaptılar. Akşam Gazetesi Spor Yazarı Ali Ece, “Dünya futbol tarihinde daha menajerlik oyunları icat edilmeden yıllar önce, bilgisayarları taktik geliştirme bağlamında ilk kullanan teknik adam” diye niteliyor büyük üstadı.
Profesör Zelentsov karşılaştıkları toplantıda ona futbolu sayılarla açıklamıştı; Futbol, 22 bileşenden (iki takım) oluşan bir oyundu. 11 bileşenden oluşan iki alt sisteme iniyordu. Bu bileşenler bazı kısıtlamalara (oyun kurallarına) karşın belli bir alan içinde (saha) hareket ediyorlardı. Eğer iki alt sistem eşitse berabere kalıyorlardı. Üstün olan taraf varsa kazanıyordu. Lobanovski bu anlayışın üzerine şu fikri geliştirdi; “Futbolda sonuç bireylerden çok, elementler ve bunların arasındaki bağa bağlıdır.”
Sonuç kaçınılmazdı, efsane eve dönüyordu. Hem de yanında Prof. Zelentsov ve yardımcısı olarak görev alacak olan Oleg Bazilyeviç’i alıp, kendi ‘politbürosu’nu kurarak. Dinamo’ya geldiği 1974’ten itibaren bu felsefesini çelik bir disiplin anlayışıyla ortaya koydu Lobanovski. İki şampiyonluk üst üste geldi ve ardından 1975 yılında Kupa Galipleri Kupası ve Süper Kupa…
Takım rakibini hücum presle boğuyor; ataktayken geniş alanda, savunmadayken ise dar alanda oynamaya çalışıyordu. Sahayı üçgen parsellere bölünmüştü, her oyuncudan en az üç parselde etkin olması bekleniyordu. Ofanstayken de parsel köşelerinde konumlanarak rakibin baskısı kırılabilirdi.
Takımdaki oyuncuları bir atlet olarak gördüğünden, Olimpiyat Şampiyonu atletlerin eğitmeni Valentin Petrovski’den yardım alarak yeni koşu metotları da geliştirmişti. Bu da en çok iki Süper Kupa Final maçında Bayern Münih ağlarına 3 gol bırakan Blokhin’in işine yaramıştı. Oleg Blokhin öyle parlamıştı ki, aniden hızlanarak attığı depar, çalım ve sert şutlarıyla durdurulmaz bir makineye dönüşmüş; 1975 yılında Avrupa’da Yılın Futbolcusu seçilmişti.
“SİZİN YERİNİZE BEN DÜŞÜNÜRÜM”
Üstat şöyle açıklıyordu oyuna bakış açısını: “Bazı insanlar futbolun amacı hücumdur derler. Ama gerçek şudur ki; topa hâkim olduğunuzda atakta; top rakipteyken defanstasınızdır.”
Anlayacağınız, Lobanvoski oyunu atak ve defans olarak ikiye ayırmıyordu. Antrenman sahalarında ofans oyuncuları için defans, defans oyuncuları için ofans görevlerini de içeren talimat panoları vardı. Bu disiplin Lobanovski’nin olmazsa olmazıydı. Eski Dinamo oyuncusu Kapsalis “Lobanovski’ye ‘düşünceme göre’ diyemezsiniz” diyor, “Eğer size bir talimat verdiyse, suratınıza bakar ve bağırır: Düşünme! Ben senin yerine düşünürüm. Oyununu oyna.”
Dinamo Kiev’in ilk Avrupa kupaları ona milli takımın yolunu da açtı. 1975’te SSCB’nin başına atandı, Dinamo Kiev’le beraber iki takımı birden çalıştırdı.

“MAKİNE DEĞİLDİK”
Lobanovski ve Zelentsov birlikte yazdıkları ‘Antrenman Modellerinin Metodolojik Bazda Gelişimi’ adlı kitaplarında Batılıların robot takım ithamına şöyle karşılık veriyor; “Dinamo bir makine değildi, biz daha çok bir satranç oyuncusuyduk. Düşündüğümüz ilk şey rakibimizin oyun stilimize alışamayacağı yeni yollar oluşturmaktı. Eğer rakip uyum sağlarsa ve karşı taktik geliştirirse başka şeyler yapmalıydık. Oyunun diyalektiği budur.”
76 yılında çifte görevi yüzünden şampiyon yapamadığı Dinamo’yu SSCB Millî Takımı’ndan istifa ettikten sonra 77’de yine şampiyon yaptı Lobanovski. Aynı sezon Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde dönemin flaş takımı Mönchengladbach’a elendiler. 80 ve 81 sezonlarında üst üste gelen iki şampiyonluk 82’de yine onu SSCB’nin başına getirdi. Ama bu sefer başka bir şart vardı, Dinamo Kiev’i bırakması gerekiyordu ve siyasi baskı vardı. Takım, birinci olan Portekiz kadar gol atıp onlardan daha az gol yemesine rağmen, son maçta yenilen bir penaltı golü yüzünden 1 puan geride kalıp 84 Avrupa Kupası’na gidemedi.
Bu dönemde eski Dinamo Minsk antrenörü Malofeyev, SSCB’nin başına geçti ve Spartak Moskova antrenörü Kostantin Beskov ile birlikte ‘anti-Lobanovski’ci stil ön plana çıktı. Dinamo’ya geri döndüğü sezon 10’uncu olunca bu sesler daha da yükseldi. Sezon sonu başarısızlığı sorulduğunda Lobanovski şöyle dedi; “Yol her zaman aynıdır. Bugün izlenecek yol yarın da izlenecek yoldur. Gece de gündüz de şafakta da aynı yol izlenir.”
DİNAMO’NUN DİRİLİŞİ
Bu yol sayesinde 85’te Dinamo geri döndü ve şampiyon oldu, 86’da bir daha. Üstelik 75’tekinden de iyi bir takıma sahipti Lobanovski. Blokhin 34 yaşında olmasına rağmen hâlâ formdaydı. Üstüne Zavarov, Belanov, Andriy Bal, Rats ve Yaremçuk gibi yıldızlar eklenmişti. Aynı sene takım Kupa Galipleri Kupası’nı bir daha aldı. Blokhin yine golünü attı. Üçüncü kez Sovyetler’in başına geçen Lobanovski, 88 Avrupa Kupası’nda ‘Dinamo Kiev’in iskeletinden oluşturduğu takımla finale kadar çıkarak tarzının tartışmasız üstünlüğünü ilan etti. Artık Lobanovski demek, Sovyet futbolu demekti. Diğerleri teferruattı…
Gorbaçov döneminde başlayan ve rejimi esneten politik açılım Perestroika’nın futbola da dokunması ve Sovyet oyunculara yurt dışı kapılarının açılmasıyla Dinamo Kiev dağıldı. Lobanovski’nin mükemmel sistemi sekteye uğradı, kapitale karşı dayanamadı. 1990’ın sonlarında hem milli takımı hem de Dinamo’yu bıraktı kurt hoca. O, Orta Doğu’da antrenörlük yaparken Sovyetler artık çözülmüş, onun futbol ideolojisi yok olmuştu.
Ama görev bir kez daha çağırıyordu. Yeni ülkesi Ukrayna’nın eski takımı Dinamo Kiev’in çağırısını kabul ettiğinde yıl 1997’ydi. Takımda parlayan iki çocuk vardı; Andrey Şevçenko ve Serhiy Rebrov… İki sene sonra Şampiyonlar Ligi yarı finali geldi…
2002 yılında Dinamo Kiev’in başındayken, vefat ettiğinde ardında 13 lig şampiyonluğu, 9 lig kupası, 2 Kupa Galipleri Kupası, bir Süper Kupa, bir Avrupa Kupası finali, sayısız yarı ve çeyrek final bıraktı Lobanovski. Ve “Beni oyuncu yapan odur” dediği Şevçenko da söz verdiği gibi Şampiyonlar Ligi Kupası’nı, Milan forması altında kazanmış olsa da mezarının yanı başına getirdi…
Nihayetinde Lobanovski aramızdan göçtüğünde başarılarından da ziyade ardından koskoca, külliyatı olan bir futbol ideolojisi bıraktı…
Bu yazı daha önce FourFourTwo dergisinin Mayıs 2014 sayısında yayınlamıştır.