Türkiye sosyalist hareketinin CHP’ye yaklaşımına ilişkin tartışmaların uzun yıllara yayılan kökleri var. Bu anlamıyla, sosyalist hareketin belirli bölmeleri için demokratikleşme adına CHP’nin peşine takılmak da CHP tabanına seslenebilmek adına bu partinin merkezini ve politikalarını eleştirmekten imtina etmek de yeni ve özgün durumu ifade etmiyor. Yine de son yıllarda karşımıza çıkan CHP’nin uzantısı/sol kanadı haline gelme hali, kurulan sorunlu ilişkideki daha üst bir aşamayı ifade ediyor ve bu nedenle özel olarak tartışılmayı hak ediyor.
Öte yandan başka siyasi güçlerin peşine takılma eğilimi, tek başına CHP ile sınırlı olmadığı ölçüde bugün düşüşte olsa da geçmiş yılların önemli bir bölümüne damgasını vuran DEM Parti ve öncüllerine yedeklenme eğiliminden de bağımsız düşünülemez.
İlk olarak, başka siyasi aktörlerden medet umma eğilimi ile güncel siyasi görevlerin yakıcılığı/aciliyeti arasında bir karşılıklı ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Siyasete daha etkili müdahale ihtiyacı arttıkça sosyalistler çareyi verili ajandalardan/aktörlerden birini güçlendirmekte buluyorlar. Bunun kökeninde ise kendisini sosyalist olarak adlandıran kesimlerin çok önemli bir bölümü için dünyayı değiştirmenin tek olası yöntemi olarak devrim fikrinin gündemden düşmüş olması yer alıyor. Bunun yerine devrim, giderek gerçekleşmesi oldukça güç olan ve mevcut koşullarla/sorunlarla ilişkisiz ve bu anlamıyla dünyevi niteliği tartışmalı bir mistik anı işaret edecek biçimde kullanılıyor. Devrim bu tarz bir mistikleştirme ile gökyüzüne gönderilince yeryüzünün acil sorunlarını çözme aracı olarak elimizde güncel olanla tarihsel olanı bağlayamamanın ürünü olan bir pragmatizmden başka bir şey kalmıyor. Tablonun diğer tarafında siyasete koyduğu mesafe ile kendisini düzen dışı tutmaya çalışan bir apolitizm yer alıyor. İlk bakışta karşıt gibi görünen bu iki eğilim, aynı döngünün tamamlayıcı parçaları olmanın ötesine geçemiyor.
Sosyalistlerin CHP’den bağımsız bir siyasi aktör olma konusunda tereddütlü davranmasında zaman zaman gerekçe olarak kullanılan dikkat çekici bir nokta ise bu partiye oy veren toplumsal kesimlerin tepkilerinden duyulan çekinceler. Özellikle seçim dönemlerinde sıklıkla dillendirilen bu mantık dizgesine göre sosyalistlerin kendilerine yakın olabilecek ve sol hassasiyetler barındıran bu toplumsal kesimler üzerinde etki kurabilme adına kendi bağımsız siyasi iddialarından vazgeçmeleri gerekiyor.
Bu hatalı dizge, düzen siyasi aktörleri ve onların toplumsal tabanları arasındaki temsil ilişkisine dair hatalı bir varsayıma dayanıyor. Düzen siyasetinin kitlelerin talep ve beklentilerini kendi prizmasından geçirerek kapsayabilme ve yönlendirebilme yeteneğinin abartılmasına dayanan bu hata, Türkiye’deki yerleşik siyasi yapının kitlelerle ilişkisinin kırılgan karakterini ve yaşadığı derin temsil krizini doğru bir biçimde saptayamıyor. Tam da bu nedenle, sürecin devrimcilere sunduğu olanakları değerlendirmekte başarısız kalınıyor.
Türkiye’de sosyalizmin cumhuriyetçiliği ve laikliği temsil etmek için dümeni CHP’ye kırması değil, aksine CHP ile hesaplaşması gerekiyor. Gerçek bir hesaplaşmanın önkoşulu ise CHP’yi sola çekmenin değil, cumhuriyetçilik ve laiklik üzerinden mobilize olma potansiyeli taşıyan emekçi kitleleri CHP’den koparmanın hedeflenmesi. Dolayısıyla ilk bakışta öyle görünmese de sürekli olarak CHP’nin aslında nasıl bir politika yürütmesi gerektiğini tartışmak ve kendi hattını bu eleştiri üzerinden kurmak da nihai olarak umudu bir düzen partisinin doğru politikaları üretmesinde gördüğü ölçüde sosyalistleri bir tür CHP hizbi düzeyine indirgiyor.
Cumhuriyetçi ve laik talep ve beklentilere sahip geniş toplumsal kesimlerle CHP arasında kurulan bu hatalı örtüşme/temsil ilişkisinin bir diğer yönünü ise CHP’ciliğe mesafe koymak adına sosyalistlerin bu alanlarda daha tereddütlü hareket etmesi oluşturuyor. Bu tereddütlü yaklaşımın beslenme alanı sunduğu apolitizm ise AKP iktidarının uzunca bir süredir taşıyıcılığını yaptığı karşı-devrimci dönüşümün sosyalistlere yüklediği devrimci görevlere sırtını döndüğü ölçüde solu bir etkisizlik sarmalına mahkum kılıyor.
CHP tam da CHP olduğu için yani sınıfsal karakterinin dayattığı çerçeve nedeniyle laiklik ve cumhuriyetçiliğe sırtını dönerek sürekli bir biçimde karşı-devrimci dönüşümün yarattığı yeni zeminle uyumlulaşmaya çabalarken burada oluşan temsil krizine gözünü dikmemek, sosyalistler için bir seçenek değil. Benzer bir biçimde CHP’ciliğin alternatifini DEM Parti ya da başka bir siyasi gücün peşine takılmakta gören yaklaşımlar da sosyalizmin bir siyasi proje olarak ayrı bir seçenek haline getirilmesini öngörmedikleri ölçüde aynı hatalı eğilimin bir başka türünü üretiyorlar.
Başka bir ifadeyle CHP’ciliğin panzehrini çubuğu bu sefer diğer tarafa bükerek Kürt siyasi hareketine yakınlaşmak oluşturmuyor. Benzer bir biçimde soldaki bir diğer baskın eğilim olan DEM Parti kuyrukçuluğunun çözümü de CHP’nin kanatları altına girmek değil.
Peki çözüm nerede? Başka birçok yerde olduğu gibi burada da her şeyi kendimizden beklemekte. Güncel sorunların tek gerçekçi çözümü olarak devrimci bir siyaseti inşa etmekte.