Konut krizi büyüyerek devam ediyor. Basın yayın organlarının gündemine genellikle kiracılar ve ev sahipleri arasında yaşanan tartışmalar ile gelen kriz, bir çoğumuz için yaşam hakkını tehdit eden bir gerçek.
2022 yılı itibariyle yüzde 57 olan Türkiye’de konut sahipliği oranı uzun yıllardır düşme eğiliminde.[1] Haliyle konut sorunu ülkenin çoğunluğunun karşılaşma potansiyeli oldukça yüksek bir sorun.
Reel ücretlerdeki düşüş, kiracıların kiralarını zamsız haliyle ödemesini bile oldukça zorlaştırırken ev sahipleri de halihazırda kirada olan evlerinden daha yüksek bir getiri elde etme derdinde.
İlk bakışta enflasyonun hayatın her alanında benzer bir etki yarattığı düşünülebilir. Ancak konut piyasasında durum çok daha vahim. Öyle ki, 2023 Temmuz ayında yıllık Tüketici Fiyatları Endeksi yüzde 48 iken konut fiyatları yüzde 83 artmış.[2][3]
Kiralardaki artış ise aklımızın sınırlarını zorlayacak düzeyde. Ortalamada yüzde 121 olan artış, Ankara gibi illerde yüzde 189 olarak gerçekleşirken en yüksek olduğu Trabzon’da 242 puana tırmanmış.[4]
Resmi enflasyonun çok üstünde gerçekleşen artışlar yalnızca enflasyon verilerini hesaplayan kurumun sahtekârlıkları ile açıklanamaz. Son üç yılda inşaat malzemelerinde döviz bazında gerçekleşen büyük artış, yabancılara konut karşılığı verilen vatandaşlık, büyük inşaat şirketlerini kurtarmak için sık sık başvurulan konut kredisi kampanyaları, yatırım amaçlı boşta bekletilen konutlar, savaşlar nedeni ile ülkemizin maruz kaldığı kontrolsüz göç ve son olarak 6 şubat depremleri gibi gelişmelerin tamamı konut fiyatlarına yukarı yönde baskı yapan faktörler oldu.
İktidarın geçtiğimiz yıl önlem olma iddiası ile getirdiği yüzde 25 artış sınırı ise yeniden kiralanacak konutları kapsamadığı için pratikte işlevsiz kalıyor. Ev sahipleri evden çıkarma tehditleri ile bu sınırı kolaylıkla aşabiliyor, kiracıları resmi enflasyon sınırının bile ötesinde zamlara “ikna” edebiliyor. Kiracılar ise konuttan çıktığı takdirde aynı bölgede benzer özelliklere sahip bir konutta barınma imkanı olmayacağı için duruma razı gelmek ile ev sahibiyle bitmeyecek bir kavgaya girmek arasında kalıyor.
Kiracının yasal hakkında ısrarı en iyi ihtimalle mahkemelik olmakla, en kötü ihtimalle üçüncü sayfa haberlerine konu olacak şiddet vakaları ile sonuçlanıyor. Yakın zamanda devreye giren zorunlu arabuluculuk sisteminde ise arabulucuya herhangi bir bağlayıcı karar alma yetkisi tanınmıyor. Yeni uygulamanın ne fayda sağlayacağını kimse bilmiyor.
Yüzde 25’lik sınır yeni kiralanan konutlar için de geçerli olsaydı gerçekten de işe yarayabilirdi. Bu koşulda ev sahiplerinin kiracılara evden çıkma baskısı yapması tümden anlamsızlaşırdı. Elbette bu durumda kayıt dışına ve elden verilen paralara karşı özel önlem alınması gerekirdi. Herhangi bir mülkiyet kısıtlamasına gidilmeksizin alınan önlemleri atlatmanın yolları zamanla bulunacağı için de bu işe yararlık yine de kalıcı olamazdı.
Temel bir insan hakkı olan barınma konusu bir şekilde piyasa tarafından belirlenebildiği ölçüde konut sorunu tamamen çözülemez. Çözüm için herkesin kendi evinde oturabilmesinin mümkün hale getirilmesi ve dolayısıyla piyasanın bu alandan tamamen dışlanması gerekiyor. Haliyle piyasacılık dininin dayattığı özel mülkiyetin kutsallığına iman etme anlayışından da sıyrılmak zorunlu.
Bu kapsamda ve içinde bulunduğumuz durum göz önüne alınarak çözüm için şu adımlar atılabilir:
- Konut satışı ve kiralanması tamamen devlet tekeline alınır. Bu sayede piyasanın yarattığı şişkinlik kontrol altına alınabilir, konut alımında hiç evi olmayanlara öncelik verilebilir. Birden fazla konutu olanlar yalnızca devlete kiralama yapabileceği için kira bedelleri birden fazla evi olan ancak düşük gelirli olanların sorun yaşamayacağı ancak onlarca evi olan zenginlerin artık çalışmadan kazanmasını imkansız hale getirecek şekilde ayarlanabilir. Yine kiralama devletten yapılacağı için ev sahibi olmayanların güvenle ve evsiz kalma korkusu duymadan yaşamaları sağlanabilir. Bu sistemde ısrar, taşınmazlara yönelik artan oranlı bir servet vergisi ile birleştirildiği takdirde birden fazla eve sahip olmayı anlamsız ve değersiz hale getireceği için konut bir yatırım aracı olmaktan hızla çıkar.
- Yabancılara konut karşılığı vatandaşlık uygulaması son bulur. AKP’nin vatandaşlık satma aracı olarak konutları kullanması, hem konut fiyatlarına yukarı yönde bir baskı yapmakta hem de birçok konutun boş kalmasına neden olmakta. Ayrıca sırf bu amaçla ve hiç kullanılmayacak yeni yapılar inşa edilerek yok yere emek ve para harcanmaktadır. Uygulamaya son verilmesi hem bu ek talebi ortadan kaldırır hem de geleceğe yönelik planlama yapmayı kolaylaştırır.
- Boşta bekleyen konutlara el konulur. Türkiye’de yüz binlerce boş konut bulunmakta. Özellikle bankalar, yatırım amaçlı elde tuttukları konutları kiralamayı yeterince kârlı bulmadıkları için boşta bekletiyorlar. Sırf bu alanda atılacak hızlı bir adım bile sorunun kısa vadede tam olarak çözülmese dahi oldukça hafiflemesine yol açar.
- Konut üretiminin yalnızca kamu eliyle yapılması için plan oluşturulur. Barınma ihtiyacının piyasa belirleyiciliğinden tamamen çıkması ve nüfusun artış hızı, toplumun değişen yapısı, deprem güvenliği ve kent planlaması benzeri unsurların tam olarak gözetilebilmesi için konutların üretiminin kamu tarafından üstlenilmesi şarttır. Yapılacak planlama, orta ve uzun vadede barınma sorunu olmaksızın yaşamanın güvencesi olacaktır.
Elbette kapitalizmden kaynaklanan diğer sorunlar gibi konut sorunu da tek başına ele alınamaz. Ancak bu alanda mevcut düzenin çizdiği ideolojik sınırları aşan talepler ve programlar başka alanlarda da aynı nedenden kaynaklı sorunları kökten çözüm arayışlarını ve önerilerini güçlendirecek, bütünleyecektir.
—
[1] https://www.sozcu.com.tr/2023/ekonomi/ev-sahipligi-orani-azaldi-kirada-oturanlar-artti-7677319/
[2] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Tuketici-Fiyat-Endeksi-Temmuz-2023-49649
[3] https://www.sahibinden.com/kurumsal/raporlar/sahibindex-satilik-konut-piyasasi-gorunumu——temmuz—2023
[4] https://www.sahibinden.com/kurumsal/raporlar/sahibindex-kiralik-konut-piyasasi-gorunumu—temmuz-2023