14 Mayıs seçimlerine doğru giderken Yeşil Sol Parti’den seçimlere gireceğini duyuran Kürt siyaseti milletvekili listelerine her gün bir yeni kullanışlı liberali eklemekle meşgul. AKP’nin cumhuriyeti tasfiye operasyonlarına “daha fazla, daha fazla” diye tempo tutmasıyla bildiğimiz Hasan Cemal’in ardından Cengiz Çandar’a da milletvekilliği teklifi götürüldü. Çandar da bu teklifi, “Ömrümün yarısından çoğunu Türkiye’nin, Türkler ve Kürtlerin eşit ve özgür birlikteliği ve Kürt sorununun barışçı çözümü için harcadım. Tüm enerjimi ve birikimimi halkımızın hizmetine sunmak için heyecanlıyım,” sözleriyle kabul etti.
Peki, Çandar Kürt halkının dostu mudur? İddia ettiği gibi ömrünün yarısını Türk ve Kürt halklarının kardeşliği için mi harcamıştır?
Bu soruya cevabımız, kuşkusuz, ömrünün hangi yarısını kastettiğine göre değişir. 68 sosyalist öğrenci hareketinin bir parçası olan ve 70’lerde Filistin direniş kamplarında eğitim gören Çandar’ın dönmeden önceki yaşamında Türk ve Kürt halklarının eşit ve özgür birlikteliği için mücadele ettiğinden şüphemiz yoktur. Ancak 12 Eylül darbesiyle sosyalist mücadeleden döndükten sonra Çandar’ın halkların mücadelesiyle bir ilgisi kalmamıştır. Hele ki emekçi Kürt halkının kaderiyle uzaktan yakından bir bağı yoktur.
TESEV raporu: Kürtleri yeni Osmanlı’nın tebaası yapmak
Türk sağının Körfez Savaşı devam ederken Kuzey Irak’taki feodal Kürt siyasetine açılım yaptığı zamanda Özal’ın yanında döneklik stajını tamamlayan Çandar, 2011 yılında Soros’un desteklediği TESEV adına Kürt raporu kaleme alarak AKP’nin açılım siyasetine yol haritası hazırlamıştır.
Çandar’a göre Kürt isyanları 1925’le birlikte başlamıştır (1); Çandar’ın 19. yüzyılda İran’ın içlerine kadar uzanan Bedirhan isyanı başta olmak üzere Osmanlı dönemindeki birçok Kürt isyanını görmezden gelmesinin sebebi Kürt sorununu laik cumhuriyetin ulus inşa sürecinin yarattığı bir sorun olarak görmesidir. Kürt sorununun kaynağında cumhuriyeti teşhis ettikten sonra çözümün adresi de bellidir; Çandar’a göre Kürt sorunu ancak ve ancak laik cumhuriyete karşı bir odak olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla hüküm altına alınmış olan AKP ile çözülebilir (2).
Bu fikirlerle Çandar Kandil dağına gidecektir. Ama gitmeden önce elbette devletin iznini ve onayını alması gerekir. O dönem henüz Soros’çuluk hapis cezası gerektiren bir suç değil; dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, Soros’çu TESEV başkanı Can Paker’le oldukça samimi. Çandar bu samimiyetin boyutlarını şu şekilde gözler önüne seriyor: “Başbakan (Erdoğan) TESEV’e önem veriyor. Hatta bazı raporlar Başbakan’ın bilgisi dâhilinde, onun istifade etmesi amacıyla yapılıyor. Özellikle TESEV Başkanı Can Paker’le direk bir ilişkisi vardır.” (3) Kandil’e gitmeden önce devlette kim varsa herkese haber salıyor; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, “Ben Kandil’e gideceğim, PKK ile görüşeceğim, haberiniz olsun” diyen Çandar Kandil’deyken Soros’çu Paker Erdoğan’ın Çandar’ın taleplerini iletiyordu. (4) Burada da kalmıyor; MİT Müsteşarı Hakan Fidan raporun Haziran seçimlerinden sonra çıkarılmasını salık veriyor ve öyle de oluyor. (5)
Çandar dağa çıkınca çok şaşırıyor; bu “PKK fena halde laiktir,” (6) diye Taraf gazetesine şaşkınlığını dile getiriyor. Alevi kökenli, 70’li yılların üniversite sol çevrelerinden gelme yönetici kadroları için “PKK’nin şahin kanadı” tanımlamasını kullanan Çandar Abdullah Öcalan ile Murat Karayılan’ı ayırıyor ve onların şahin olmadıklarını belirtiyor. Çandar’a göre, “PKK’nin şahin kanadı” Osmanlı’dan mütevellit bir Sünni iktidar korkusuyla hareket ediyor; bu yüzden bir tasfiye havası yaratmadan meseleyi ele almak gerekiyor.
Raporun içeriğinde genel af, Öcalan’a ev hapsi gibi “radikal” taleplerin varlığı yanıltmasın; rapor Kürt sorununun çözümünü PKK’yi silahsızlandırmaya indirgeyen pragmatik Türk sağı paradigmasının ötesine geçememektedir. Cumhuriyet’in bagajında bulunan Kürt sorununu Kürtleri yeni Osmanlının tebaası haline getirerek çözmek, Çandar’ın raporunun özü budur.
Emperyalist Çandar
Çandar o vakitler sadece devletli bir kişi değildi; aynı zamanda emperyalistlerle de sıkı ilişkiler içindeydi. Ne zaman Çandar’ın ismini duysam, dönemin Pentagonunun iki numaralı ismi, Irak işgalinin mimarlarından, neocon’ların önde gelen ismi Paul Wolfowitz’in Türkiye’ye geldiğinde kendi evinde kaldığını gerinerek anlatması aklıma gelir. (7) Çandar emperyalistlerin dostudur.
Çandar ömrünün ikinci yarısını iddia ettiği gibi Türk ve Kürt halklarının kardeşçe yaşamaları için geçirmemiştir. 15 Temmuz darbesinden sadece birkaç ay önce, yıllardır gevelediği askeri vesayet sakızını yutup Türk Silahlı Kuvvetleri’ni demokratik denetim mekanizmaları arasında saymış, “Ordu düdüğü çalar. Oyunu durdurur” diye yazmıştır. (8) Ve bu yazıdan sonra, herhalde olayları uzaktan seyretmek için olsa gerek, İsveç’e kaçmıştır. Yıllarca güvenip bel bağladığı AKP Kürt illerine mekanize birlikler gönderdiğinde, Kürt saylavları hapse attığında, Kürt belediyelerine kayyumlar atadığında Çandar İsveç’te emeklilik hayatı yaşıyordu.
Çandar’ın hayatının bugünkü yarısında emekçi Kürt halkı için harcadığı bir saatlik bir mesaisi bile bulunmaktadır. AKP’nin siparişiyle, MİT’in kontrolünde, Soros’un parasıyla hazırladığı raporun tek derdi PKK’nin silahsızlanması ve Kürtler’in yeni Osmanlı’nın tebaası haline getirilmesidir. Kürdofilliği Kürt halkına duyduğu sevgiden değil, laik cumhuriyete duyduğu kinden kaynaklanmaktadır.
Çandar’ın öz yurdu Erdoğan’ın uçağı, Özal’ın köşkü, Talabani’nin konağı, Barzani’nin sarayı, Wolfowitz’in kollarıdır.
Kürtler nereye?
Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın milletvekili gösterilmeleri Kürt siyasetinin yönünü daha net görmemize imkân sağlıyor.
Kürt siyasetindeki hâkim çizgi, defeatism’dir; bozguna uğramışlıktır. Yasal Kürt siyaseti “demokratik özerklik” talebini en son 2015’te belediye hoparlörlerinde dile getirdiğinden bu yana bir daha ağzına alamamıştır. Hendek savaşlarındaki yenilgilerinden sonra Kürtler demokratik özerklik başta olmak üzere ulusal taleplerini büyük ölçüde geri çekmek durumunda kalmış; mücadelelerini ve taleplerini asgariye indirerek “geniş yetkilere sahip çoğulcu parlamenter düzen” içinde “kuvvetler ayrılığının merkezden yerele doğru genişletilmesine” razı gelmiştir.
Kürt hareketinin ekseninin 2014’ten itibaren Suriye’ye kaymasından sonra Türkiyelileşme programı gayrıkabil-i rücu şekilde terkedilmiştir. AKP, Suriye Baas’ı ve Barzani yönetimi arasında hayatta kalmaya çalışan Kürt hareketi umudunu ABD’nin garantörlüğünde bir çözüm sürecine bağlamış görünmektedir. ABD ise AKP’nin Türkiye ve Kuzey Irak’ta Kürt hareketini ezmesine göz yummakta, ancak Suriye’de Fırat’ın doğusuna geçmesi konusunda sınır koymaktadır. Kürt sorununda inisiyatif büyük ölçüde ABD’ye geçmiştir.
Görünen o ki; Kürtler, TESEV üyesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun Çandar’ın raporunu okumuş olma ihtimaline bel bağlamaktadır.
Sait Çakır
(1) Cengiz Çandar, Dağdan iniş-PKK nasıl silah bırakır? Kürt sorunu’nun şiddetten arındırılması, TESEV, Temmuz 2011.
(2) Çandar, a.g.e.
(3) Cengiz Çandar, Kırklar Meclisi, DİTAM, http://ditam.org/tr_tr/cengiz-candar-04-08-2011/#.ZDEFRC-v5p8
(4) Çandar, a.g.e.
(5) Çandar, a.g.e.
(6) Cengiz Çandar, PKK olayı bir “Kürt isyanı”dır, Neşe Düzel ile röportaj, Taraf, 27.06.2011.
(7) Cengiz Çandar, Paul Wolfowitz ve burnu delik çorapları, Hürriyet, 31.01.2007.
(8) Cengiz Çandar, Hukuk devleti’nden ne kaldıysa…, Radikal, 02.03.2016.