Bir televizyon dizisi. Tarikatlara görece eleştirel yaklaşıyor. Tarikatların kendi mensuplarını baskı altında tutarak edilgenleştiren işleyişini ifşa ederken gericiliğin kendisini hedef almıyor, dinciliğin tarikatsız biçimlerini ideal olarak sunuyor. Tarikat ortamından imam-hatiplere geçişi bir tür özgürleşme olarak yorumluyor.
Yine de kurtaramıyor. Tarikat karanlığını gündeme getirdiği için gericiler tarafından hedef gösteriliyor, RTÜK dizi hakkında inceleme başlatıyor, çekimleri kamuya bağlı bir kurumun kampüsünde yapılan dizinin çekim izinleri iptal ediliyor. Gericiliğe verilen taviz, liberallerin iddia ettiği gibi “toplumsal barış” değil, daha fazla gerici saldırının önünü açıyor.
Bir üniversite kampüsü. Bilim ve eğitimle meşgul olması gereken bu kurumda mescit bulunmadığı için “mağdur” olan gericilerin yaygarasıyla ibadethane olarak yer tahsis ediliyor. “Üniversitede ibadethanenin ne işi var?” bir yana, “Kampüs girişinin 10 metre ilerisindeki cami neyinize yetmiyor?” diye bile sorulmayıp ibadethane talepleri karşılanıveriyor.
Ama yetmiyor. İbadetlerini ibadethane olarak tahsis edilen yerde yapmakla yetinmeyip ayakkabılarını ayakkabılık yerine koridora diziyorlar. “Ayakkabılarınızı kapımın önüne değil, ayakkabılığa koyun” diye uyaran akademisyenden özür dileyip eşyalarını toplayacakları yerde “Sana ne, benim ayakkabım” diye dikleniyorlar, hocalarının haklı tepkisini kayda alıp sosyal medyadan hedef gösteriyorlar. Üniversitede dini ibadete açılan alan, gericileri tüm üniversiteyi ibadethaneye çevirme hamlesi ve çalışma ortamında rahatsızlık verdikleri akademisyeni taciz edip hedef göstermek için cesaretlendiriyor.
Son birkaç günde tanık olduğumuz bu iki süreç, gericiliğin tüm memleketi kuşatacak güce ve hareket alanına ulaşma serüveninin iki güncel örneği. Kontrol altına almak, oy devşirmek, solun önünü kesmek, emekçileri uysallaştırıp sömürüyü katmerlendirmek… şu ya da bu gerekçeyle gericiliğe verilen tavizlerin Türkiye’yi getirdiği nokta bu. Tarikatlar hakkında ağzını açamazsın, ibadet adı altında her ortamda yapılan taşkınlıklara itiraz edemezsin, gıkını çıkaracak olursan linç edilmek üzere hedef haline getirilirsin…
Gericiliğe verilecek tavizlerin “uzlaşma” ya da “toplumsal barış” getireceği hayalleri de bir kez daha yanlışlandı. Daha fazlasını istemek, toplumsal hayatın her alanında dini kuralları dayatmak, elde ettiği mevzilerle asla tatmin olmamak gericiliğin fıtratında var.
Bize darbeci derler, din düşmanı derler, 28 Şubatçı derler diye verilen tavizler, AKP tabanından belki üç beş oy koparırız diye yapılan “cinlikler” işleri bu raddeye getirdi. Gelinen noktada karanlık yuvası tarikatlar, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiş olan Diyanet, kindar nesil yetiştirme merkezi imam-hatipler dokunulmaz oldu. Sosyal demokratlar dahil tüm siyasetçilerin dini ritüellerde boy göstermesi olağanlaştı. Yargıdan üniversitelere pek çok kamu kurumunun açılışlarında dini tören yapılması kural haline geldi. Ama gericilik durmadı, daha fazlasını zorlamak için alan bulmuş oldu.
İşte bu nedenle gericiliğe taviz verilemez. Gericilikle müzakere değil, mücadele edilir. Laiklik de karşı devrimci paradigmanın iddiasının aksine “seçkinlerin” değil, emekçi halkın ihtiyacıdır. Onurlu ve insanca bir gelecek isteyen gencin, emeğinin hakkını alarak huzur içinde yaşamak isteyen işçinin, işini özgürce yaparak bilgi ve düşünce üretmeye çabalayan aydının olmazsa olmazıdır.
Kadir Has Üniversitesi’nde gericilerin hedefi olan hocamızın yanındayız. Laiklik mevzisinden bir adım geri çekilmeyecek, tarikatlardan Diyanet ve imam-hatiplere, her yere mescit dayatmalarından okullara “manevi rehber” adı altında din görevlisi atanmasına gericiliğin tüm aygıtları ve gündemleri karşısında laikliği, bilimi, aydınlanmayı savunacağız. İnsanca yaşamak için.