Jurnal, Prof. Dr. Ergun Türkcan ile ulusal ve uluslararası alanda öne çıkan konulara ilişkin bir röportaj gerçekleştirdi.
Jurnal: Ergun Hocam, Türkiye’yi konuşmaya başlamadan önce genel bir çerçeve çizebilir miyiz umuduyla, önce belli başlı küresel gelişmeler üzerine konuşabilir miyiz? Geçtiğimiz sene, Ukrayna Savaşı başladığında çok önemli bir tespitte bulundunuz. Yıllardır, Birinci Petrol Krizi’nde Amerika’nın rolünü yazıyordunuz ve Ukrayna Savaşı çıktığında bunu hatırlattınız, 1973 Yom Kippur Savaşı ile Ukrayna Savaşı arasında bağlantı kurdunuz. Okurlarımıza hatırlatmak açısından bunu bir kez daha açabilir misiniz?
Ergun Türkcan: Büyük Petrol Krizinin, 1974-5 hemen gerisinde ABD’nin 1973’de imzalanan Smithsonian Anlaşmasıyla doları altın konvertibilitesinden koparması ve değerinin piyasada belirlenmesine izin vermesi olayı yatar. 1945 IMF anlaşmasıyla ABD elindeki altın stokuna güvenerek doları belli bir altın paritesine bağlamış yani o miktar altın getirene belirtilen miktarda dolar veriyor veya tersi… Ancak Vietnam Savaşı’yla verdiği bütçe ve dış ticaret açıkları doların değerini düşürmüş, herkes elindeki doları belli bir değerden altına çeviriyordu. Nixon durumu gördü ve “Gold window is closed” dedi, dalgalı kurlara geçildi. Sepetteki yılanlar “snakes in the basket” kavramı ortaya çıktı, çünkü eskiden her milli para kendini dolara göre tarif ediyor, kurlar zor değişiyordu; piyasaya bırakınca hem dolar hem de dolara bağlı olan tüm paralar saatten saate değişiyor, grafikle gösterince de karmakarışık bir çizgiler demeti, yılankavi görülüyordu.
ABD doların yerlerde sürünmesine tahammül edemezdi, emrindeki petrol üreticilerine derhal petrol (crude) fiyatlarını yükseltmesini söyledi. Bunun belgesi yok ama çıkarsamayla buluruz: OPEC Yom Kippur savaşını, 1973 Ekim, sebep gösterdi; Süveyş kapalıydı vb. Oysa Süveyş 1967 Altı Gün Savaşı’nda kapanmış, o zaman büyük tankerler doğmuştu. Üstelik yeni savaşı Mısır çıkarmış, sonunda Sina Yarımadası’nı ve Süveyş’in geleceğini kurtarmıştı. Ama OPEC’in başlıca üyeleri, Suudiler, Şah’ın İran’ı, o zamanki Venezüella hep ABD etkisinde devletlerdi; “emir demiri keser”, fiyatları 4-5 misli artırdılar, herkes petrol alabilmek için piyasaya saldırdı (çünkü bugün de ham petrol dolardan başka bir parayla satılmaz, eğer satmağa kalkarsan Saddam’ın başına gelenler başına gelir) ve doğal olarak doların değeri yeniden yükseldi. Gelişmekte olan ülkelerin ve tabii Türkiye’nin en büyük ödemeler açığı o zaman ortaya çıktı.
Jurnal: Yom Kippur Savaşı ile Ukrayna Savaşı’nı hangi açıdan birbirine benzetiyorsunuz? Petrol krizi gibi Ukrayna Savaşı da ABD’nin işine mi yarıyor?
Ergun Türkcan: Yom Kippur Savaşını ABD çıkarmadı ama genelde o yararlandı, doların değerini yükseltmek için manevra yaptı. Ukrayna Savaşını da ABD çıkarmadı ama emperyalist emelleri için yararlanmağa devam ediyor. Aslında bu ikisini ABD çıkarmadı derken sureta (görünüşte) bir açıklama yapıyorum. Her ikisini de pekâlâ ABD çıkarmıştır: İsrail’in Altı Gün Savaşı’nda Mısır topraklarını işgaline ses çıkarmayıp, herhalde gizliden destekleyerek, Mısır’ı gelecek bir savaşa hazırlamıştır. Ukrayna Savaşını, Sovyetler çökünce, verdiği söze rağmen, tüm Doğu Avrupa ülkeleri ve eski Sovyet-Rus toprakları olan 3 Baltık cumhuriyetini (eyaletini) NATO ve AB’ye alarak savaşın zeminini yine ABD ve onun Avrupa’daki kolonileri hazırlamıştır. ABD, Ukrayna’da da kukla Zelensky’yi iktidara taşıyarak aynı mekanizmayı Ukrayna için çalıştırmaya başlayınca, Rusya da Mısır gibi saldırmak zorunda kaldı. Ukrayna, Mısır için Kanal’ın Doğu kıyısı neyse, ondan çok daha fazla öneme sahiptir; “Rusya’nın kalbi”, “midesi” ne derseniz deyin, tarih boyunca ayrılmaz bir parçasıdır, kırmızı çizgisidir. Rusya’nın bu savaşı ne kadar iyi yönettiği ve ne sonuca ulaşacağı ayrı bir konudur. Avrupa’nın ABD tarafında kolonizasyonu hala devam ediyor: birisi 300 diğeri 100 yıldır tarafsız kalmış, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya sokulması, bunları Rusya’ya karşı korumak amacını mı yoksa Rusya’yı daha da sarmalamak amacını mı güdüyor? Buna Batı propagandası dışında cevap verilmelidir.
Jurnal: Peki, az önce değindiğiniz, “Türkiye’nin ödemeler açığı” meselesini biraz açar mısınız?
Ergun Türkcan: O zaman CHP-MSP Koalisyonu vardı, ilk kez İslamcılar (MSP) Hükümete girmişti. Deniz Baykal Maliye bakanı idi; petrol ürünlerine zam yapmayıp, aklında hep Kıbrıs, 1974 zaferinden sonra seçime gitmek vardı, 20 sayılı fona yüklendi. Türkiye’nin 250-300 m. dolar mertebesindeki petrol ithalatı 2.000 m. dolar üstüne çıktı. Artık IMF, üyelerine “ben bu petrol fiyatlarını karşılayamam”, deyince herkes serbest piyasadan-bankalardan borç almağa başladı tabii faizi ile doların değeri yükseliyor, milli paralar devalüe oluyordu. Kazanan OPEC gibi görünse de, paralar ABD bankalarına gidiyor, recyle ediyordu. Faiz ödemekten kalkınmaya para bulamayan az gelişmiş ülkelerin bugünkü sorunları 50 yıl geriye gider. Biz planlı bir ekonomi ile eldeki KİT’lerle krizi atlatmağa çalıştık. Ama yapısal sorunlar içselleşti.
Jurnal: ABD uzun zamandır tedarik zincirlerinin pandemi ve savaş gibi nedenlerle kopmasından şikayet ediyor. Öte yandan, tıpkı 1. Petrol Krizi’nde petrol fiyatlarının artmasının ABD’ye yaraması gibi, tedarik zincirlerinin kopması da ABD’ye yarıyor gibi görünüyor. ABD bu zincir kopmayı mazeret göstererek “friend-shoring”den söz etmeye başladı. Bunun, bugüne dek bildiğimiz anlamıyla küreselleşme üzerindeki etkisi ne olacaktır?
Ergun Türkcan: Pandeminin tüm iktisadi-sosyal-kültürel faaliyetleri yavaşlattığı açıktır. Bu da küresel talebe menfi bir etki yaptı. Büyük-ölçekli ucuz üretim yapmak için Çin ve diğer ülkelerle büyük firmalar arasında bir üretim-satış bağı kurulmuş ve genişliyordu; buna küreselleşme diyoruz: ucuz emek ve ucuz doğal kaynak kompozisyonu. Talep olmayınca bu sistem de zayıfladı, milli gelirlerde düşme yaşandı. Pandemiden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı; Çin sadece bir ucuz emek havuzu değil, ABD ve diğerleriyle yarışan bir teknolojik dev haline geldi. Şimdi burada istatistikleri gösteremiyorum ama arayanlar bulur; hem milli gelirde hem de ileri teknolojilerde ABD ile başa baş gelen ve geçme eğilimi gösteren Çin’i başıboş bırakmak, (Sovyetler yerine) yeni bir rakip yaratmak ABD’nin hiç de hoşuna gidecek bir durum değildir.
Çin parası ile ticaret yapıldığı, dolar yerine bunun kullanımının arttığı da anlaşılıyor. Üstelik Çin Merkez bankasının elinde 3 trilyon dolar kadar (Türkiye GSMH’nın yaklaşık 4 katı) ABD Hazine kağıdı var; birbirine göbekten bağlılar.
Jurnal: Geçtiğimiz hafta içinde üç ABD bankasının batışını izledik. Sırada, eğer kurtarılmazsa, görünen o ki İsviçre’den Credit Suisse var. Bankalar neden batıyor, dünya için sonuçları neler olabilir?
Ergun Türkcan: Kapitalizm çok büyük bir iktisadi araçtır. Herkes sadece ideolojik yanı üzerinde duruyor. Oysa Kapitalizm, emek-sömürüsü, her türlü rantlar, tekellerle büyük bir birikim (Primary accumulation) modelidir. Bu da şirketlerin mallarını dünyanın her yerinde satması, bankaların ve diğer kuruluşların her yere borç vermesi (kredi-faiz) ile mümkün olur.
ABD’nin Ukrayna savaşında Rusya’ya yaptırım uygulamasının nedeni, Rus şirketlerini mi, yoksa kendi şirketleri artı Avrupa şirketlerini mi cezalandırmak amacı güdüyor? Tuhaf bir iş, anlayamadım. Diyelim ki en önemli Rus malı petrolü-gazı Avrupa’ya yasak etti ve onun yerine kendi gazını bir misli fiyattan Avrupa’ya satıyor. Buna rağmen Rusya petrolünü başka pazarlara yönlendirdi ve bir kaybı yok. Ancak binlerce ürün ve servis şirketi, en lüksünden en doğal ihtiyaca kadar, hepsi “kahramanca” Rus pazarından çekildiler ve zavallı Ruslar da yeis içinde… Şimdi Louis Vuiton, Hermes mallarını artık Afrika pazarlarına yönlendirir ve daha çok kâr ederler. Zaten her gün binlerce Afrikalı, İtalya sahillerine işte bu malları satın almak için, ölümü göze alıp gelmiyor mu? Kendi talebini, kendisi kısan bir kapitalistin bankaları da eskisi gibi kredi veremeyince klasik bir Kapitalist (banka) krizi doğdu ve genişliyor, çünkü bu yaptırımlara, (çok akıllı! ve artık ABD sömürgesi oldukları için) tüm Avrupa (AB) ülkeleri de katıldı. Tüm Ortadoğu hırsızlarının paralarını işleten İsviçre bankaları bunları krediye çevirmezse nasıl yaşayacak?
Jurnal: Bir önceki röportajımızda CHP’nin altı oktan çoğunu yitirdiğini, neo-liberal olduğunu ve seçimden sonra IMF’ye gideceğini söylemiştiniz. Son yıllarda neo-liberal politikaların eleştirisinin yükseldiğini görüyoruz. Burada ilginç olan bu eleştirilerin artık bu politikaların destekleyicileri ve uygulayıcıları tarafından da dile getiriliyor oluşu. Batı’da gittikçe daha sık rastlıyoruz böyle eleştirilere. Türkiye’de ise, hatırladığım kadarıyla ilk 2020’de Ali Babacan’dan duyduk “Neoliberal politikalar çöküyor,” sözünü. Kılıçdaroğlu da bu eleştirileri dillendirmeye başladı. Geçtiğimiz hafta bu eleştirileri bir kez daha dile getirdi. Bu çıkışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ergun Türkcan: Bence Bay Kemal bir yerlerden duyduğunu, o gün kendi fikri gibi söylüyor, ertesi gün de başka bir şey. Aslında bu kadar bozuk bir düzen karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlar. CHP’li iyi niyetliler tarafından bir reçete olarak düşünülen Programı okuyun; dönüp dolaşıp Kemal Derviş’e geliyorlar. Ben de yeni bir CHP Altı Oku olduğunu ve Atatürk’ün Altı Okunun tarih olduğunu düşünüyorum. Zaten 24 Ocak 1980 kararları, piyasaların serbestisi, Arap sermayesi, Yeşil Kuşak siyasi modeli, “yetmez ama evet modelleri” vb CHP’yi kökten etkiledi ve kendini redde yöneltti. Bana kalırsa CHP’nin Yeni Altı Oku şöyle:
Demokratız
İslamcıyız
Neo-Liberaliz
NATO’cuyuz
Hem Batıcıyız
Hem de Doğucuyuz
Vallahi böyle…
Jurnal: 99 depremi Ecevit’in düşmesinin yolunu açan 2001 Krizi’ni tetiklemişti. Maraş depremlerinin mevcut ekonomik durumu daha da kötüleştireceğini ve daha ağır bir ekonomik krizi tetikleyeceğini düşünüyor musunuz; böyle bir risk görüyor musunuz?
Ergun Türkcan: Ekonomik Kriz çoktan tetiklendi, çığ gibi büyüyor. Ağır uyuşturucularla – Arap sermayesi ve eldeki bazı fonların maksat dışı kullanımıyla – şimdilik hasta uyutuluyor. Seçimden sonra, zaten ortada Üçüncü Dünya Savaşı, ilk ikisinin hayaletini yanına almış dolaşıyor, patlarsa, Türkiye’yi çok hazırlıksız ve yaralı biçimde yakalar. Deprem bizim örgütlenememe hastalığına yakalandığımızı, elde çalışan devlet kurumlarının kalmadığını gösterdi. Etkili çalışan tek sistem devlet-destekli müteahhitler, artık onlar ülkenin tüm sorunlarını çözerler, inşallah!…
Röportaj: Deniz Hakyemez