Türkiye Devleti beklenen ama hadiselerin oluş tarzından, apar topar gidildiği intibaı bırakan bir genel seçime doğru sürükleniyor. “Sürükleniyor” denilmesinden kasıt, halkın değişik mahfillerin de etkisiyle seçime odaklanması ve akabinde olması mümkün vakalar için uyarılmıyor oluşudur: Bilindiği üzere mevcut “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”, aynı anda hem yürütmenin (Cumhurbaşkanı) hem de yasamanın (Parlamento) seçimini gerektiriyor; sistemin işleyebilmesi parlamentodaki ekseriyetle, Cumhurbaşkanının siyasi partisinin (veya ittifakının) aynı olmasını şart koşuyor. Cumhurbaşkanının siyasi partisiyle (veya ittifakıyla) parlamentodaki ekseriyetin farklı olduğu her hal, bu sisteme geçilirken yerilen koalisyonların neden olduğu siyasi krizlerden, daha büyüklerinin doğmasına yol açacak mahiyette, çünkü yürütmenin (Cumhurbaşkanının) parlamentodaki siyasi partisinin (veya ittifakının) karşısında bulunan siyasi partiyle (veya ittifakla) anlaşmasını gerektiriyor. Aksi bir durumda ise, a) Parlamento çoğunluğu kanun teklifinden bütçeye her hareket alanında iktidar partisine (veya ittifakına) üstün gelebilecek durumda olacağı için, yürütmeyi (Cumhurbaşkanını) felç edebilir; iktidarın karşısında parlamento çoğunluğu yürütmeyi (Cumhurbaşkanını) iktidarın muhalif olduğu belirli bir siyaset yönünde icbar edecek mahiyette düzenlemelerde bulunabilir[1], b) buna mukabil yürütme (Cumhurbaşkanı) de cumhurbaşkanı kararnameleri çıkararak parlamentoyu daha da etkisizleştirmeyi deneyebilir. İplerin kopacağı nokta ise, Anayasanın 116. maddesindeki TBMM’nin beşte üçünün veya Cumhurbaşkanının kararı ile seçimlerin yenilenmesi olacaktır.
İki aydan daha az süre kalan bu seçimde, yürütmeye (Cumhurbaşkanlığına) kimin sahip olacağı sorunu bir kenara bırakıldığında, var olan üç ittifakın ülke nüfusunun takribi %90’ının temsil edileceği bir Meclis çıkaracağından demokrasi adına sevinç duyabiliriz. Tahminen de II. Meşrutiyetten beri, seçimden sonra değişik sebeplerle partilerine muhalefet eden milletvekillerinin istifaları yoluyla değil, daha baştan birçok partinin parlamentoda yer almasıyla, dışarıdan bakıldığında çok renkli bir Meclis meydana gelecek. Ancak bu, aynı zamanda, %40’lar civarında oy alacağı anlaşılan iki ittifakın ve %10’luk bir kitleyi temsil ettiği düşünülen diğer ittifakın mevcudiyeti, yani parlamentoda kimsenin mutlak çoğunluğu elde edemeyeceği bir hal anlamına gelir. Bu ise, 12 Eylül’ün örgütsüz ve ideolojisi bulunmayan bir halk ve siyaset yaratma hedefinin tam da başarıldığı bir noktada, onun hemen öncesindeki Türkiye burjuvazinin anlaşması için her şeyi denediği AP-CHP dikotomisine, üstelik 1980 öncesine göre çok farklı koşullarda dönüş anlamına gelmektedir.
Mevcut sistemde yasamanın (TBMM’nin) ve yürütmenin (Cumhurbaşkanının) birbirini kilitleme ihtimalinin olmadığı varsayıldığından “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kabul edilirken Anayasaya seçimlerin yenilenmesi haricinde hukuki bir çözüm imkanı da konmamıştır. Aynı sorunu Yarı Başkanlık Sistemiyle yönetilen Fransa, 2022 Haziranından beri yaşamaktadır. Söz konusu seçimde Cumhurbaşkanı Macron’un liderliğini yaptığı Ensemble (Birlikte) İttifakı 250 milletvekili, Mélenchon’un öncülüğünü üstlendiği Nouvelle union populaire écologique et sociale (Halkın Ekolojik ve Sosyal Yeni Birliği) İttifakı 151 milletvekili, Le Pen’in başında bulunduğu Rassemblement national (Ulusal Toparlanma) 89 milletvekili, Les Républicains (Cumhuriyetçiler) ise 62 milletvekili aldı. Doğal olarak bu tabloda daha bir yılı geçmeden (Weimar Anayasası’nın 1930-33 yılları arasında birçok kereler başvurularak Nazilerin iktidara gelmesinin sebeplerinden biri olan 48. maddesinin ikinci fıkrasından mülhem[2]) V. Cumhuriyet Anayasası’nın 49. maddesinin üçüncü fıkrasındaki hüküm 11 kez kullanıldı. Bu durumda başbakan, bakanlar kurulunun aldığı kararın ardından hükümetin siyasal sorumluluğu yüklendiğini belirterek mali veya sosyal güvenlikle alakalı bir yasa tasarısını parlamento onayına sunmadan kabul ettiğini bildiriyor, meclise yapılan bu bildirimin ardından 24 saat içinde talep olunursa güven oylaması yapılıyor. V. Cumhuriyet tarihinde hükümetin bu halde güven oylamasıyla düştüğü tek vaka, 1962 yılında Pompidou Hükümeti’dir ki bunun üzerine General De Gaule de parlamentoyu feshetmişti. Ancak bu şekildeki bir hukuki kurumun ülkemizde iktibasının da yerinde olmadığı açıktır. En başta sistemik sorunlar bulunmaktadır: Mevcut “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nde, Yarı Başkanlıkta olduğu gibi yürütmenin iki başlılığı (Cumhurbaşkanı, Başbakan) söz konusu değildir; keza cumhurbaşkanının parti üyesi olmasına izin verilmiş olması haricinde yasama ve yürütmenin görünüşte birbiriyle bağlantısının bulunmaması da buna eklenmelidir. Siyasal olarak da bu hukuki kurumun, bunalım anlarında defaatle kullanılabilmesi ihtimali, seçimle iktidarı elde etmiş partinin (veya ittifakın) artık seçim sırasındaki çoğunluğun çok aşağısına düşmesine (Fransa’da emeklilik yasasının tadili nedeniyle gerçekleşen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin verdiği izlenim)[3], istikrar yaratma amacı güderken halkı temsil eden organların halk iradesinden uzaklaşmasına neden olmaktadır.
Türkçe’de “Demokles’in kılıcı” ifadesi, anlamını genişleterek, olması muhtemel bir durumu bozacak her şey için kullanılıyor. Sözün asıl kaynağı ise, Antikçağ’da Syrakusa Kralına öykünen Damokles’in Syrakusa Kralının izin vermesiyle onun yerine geçtiğinde güç ve ihtişamdan yana kendini şanslı hissederken Kralın tavana, düştüğünde Damokles’in boynuna gelecek şekilde at kılıyla tutturulmuş bir kılıcın asılmasını emretmesidir.[4] O andan itibaren Damokles için etrafını saran şeyler de anlamını yitirir. 14 Mayıs’ta yürütmenin (Cumhurbaşkanlığının) elde edilmesinin anlamı ancak bu öykü çerçevesinde anlaşılabilir: %40’lık her iki ittifakta da var olan kadroları temelde MHP kökenli iki parti ve bu iki partinin hiçbir surette yanlarında görmek istemediği ama Parlamentoda ihtiyaç duyulan üçüncü ittifak[5]. Üstelik ittifakların çok rahat bir şekilde bozulabileceğini, 3 Mart günü yaşanan gerilim de göstermişken… Bu şartlar altında eski Bakan, TBMM Başkanı, Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç’ın deprem felaketlerinin hemen ardından seçimlerin bir yıl ertelenmesini gündeme getirmiş olması bir tesadüf olarak nitelendirilebilir mi? Sorular şöyle de sorulabilir: 14 Mayıs bir ön seçim[6] midir? Ufukta, 2024’te yerel seçimlerle birlikte bir genel seçim ihtimali mi görünüyor?
Barkın Asal
[1]Anayasa hukukçularının tartıştığı yürütmenin (Cumhurbaşkanının) düzenleyebileceği mahfuz bir alanın olup olmadığı konusu önemli olmakla beraber, TBMM’nin bugüne kadar bu alanı ihlal eder bir mahiyette bir kanunlaştırması bulunmadığı için Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda verilmiş bir kararı da bulunmamaktadır.
[2] Fransa’da III. Reich üzerine yaptığı araştırmalarla bilinen Tarihçi Johann Chapoutot’unun normatif düzenlemeler (kanun) yapılırken parlamentonun dışarıda bırakılmasına kıyasla yaptığı atıf sebebiyle bu şekilde yazılması tercih edilmiştir. Johann Chapoutot: “C’est une logique de forçage exercée par des forcenés”, nouvelobs.com, 19.3.2023. https://www.nouvelobs.com/idees/20230319.OBS71038/johann-chapoutot-c-est-une-logique-de-forcage-exercee-par-des-forcenes.html. Ancak saf bir hukuki değerlendirme yapılacak olursa ana metinde ele alınan V. Cumhuriyet Anayasasının 49. maddesinin üçüncü fıkrasıyla, bu maddenin birbiriyle alakası yokmuş gibi gözükür. Çünkü Weimar Anayasasının 48. maddesinin ikinci fıkrası kamu düzeninin veya emniyetinin tehlikeye girmesi halinde Reich’ın Başkanının düzeni eski hale iadesi için gerekli tüm tedbirleri alabileceğiyle alakalıdır.
[3] İkinci dipnotta açıkladığımız manada Weimar Anayasası’nın 48. maddesinin ikinci fıkrasının da sık uygulanmasının yol açtığı sonuçlar izahtan varestedir.
[4] Cicero, Tusculanae Disputiones, V.61-62.
[5] Birkaç gün önce bir muhalefet partisi milletvekili tarafından edilmiş, şimdilik çok büyük bir etkisi görülmeyen sözler burada hatırlanmalıdır.
[6] Buradaki “ön” ifadesi, partilerin aday belirlemek için başvurduğu hukuki kurumu belirtmek amacıyla değil, ama bunu da anıştırarak sıra ve zaman anlamıyla kullanılmıştır.